4 Nisan Tarihe Kara Bir Gün Olarak Geçecektir

Foto: Arşiv

4 NİSAN 2016

HALKLARIN KÖPRÜSÜ DERNEĞİ

BASIN AÇIKLAMASI

AB, Yunanistan’a ulaşan mültecileri Türkiye’ye geri gönderiyor. Bugün 500 kişinin ulaşacağını biliyoruz. Ay sonuna kadar bu rakam 3000’e, yıl sonuna kadar 20000’e ulaşacak.

Sözde yasadışı geçmiş ekonomik göçmenleri geri gönderiyorlar…

Avrupa’nın sorunu ele alış biçimi, göç eden insanların mülteci ya da göçmen olarak sınıflandırılmasına dayanmaktadır. AB, mültecilere yardım için kendisini sorumlu hissederken göçmenlere karşı böyle bir sorumluluk duymamaktadır. Aslında bu tanımlamalar ve dolayısıyla ayrım, güç sahibi kişi ve kurumlar tarafından göçmen ve mültecilerin iyiliği için değil politik amaçlarla yapılmaktadır.

Mülteciler ile göçmenler arasında böyle zorlama ve sonuçta yapay bir ayrım yaparak insani perspektiften doğan, bu insanların hepsinin yardıma ihtiyacı olduğu gerçeği yok edilmekte, ve göç kısıtlanmaya çalışılmaktadır.

Bu nedenle Avrupa’nın bütün stratejisi bu ayrım üzerine kurulmaktadır ve ‘insan hakları perspektifi’ adı altında aslında Avrupa’ya mülteci almamaya çalışılmaktadırlar.

Göçmen ile mülteci arasındaki kategorik ayrımın bugün gerçekle hiç bir ilişkisi yoktur!

Bugün milyonlarca insan doğrudan can güvenliği tehdidi altında olmasa da evi, iş yeri bombalarla yıkıldığı için, işsiz kaldığı için, ırkı, dini, mezhebi yüzünden iş bulamadığı için… yollardadır.

Bu kategorizasyon zorlaması, aslında göçmen ve mültecileri ‘istenmeyenler’ olarak tek bir kategoriye; ‘öteki’ kategorisine sokmaya hizmet etmektedir:

Bu insanlar “Kendi ulus devletinin temel yurttaşlık haklarından mahrum olduğu gibi, uluslararası karar alıcı örgütler tarafından da insan haklarından mahrum bırakılmış; tüm uluslar ailesinden dışlanmış, haklara sahip olma hakkından mahrum bırakılmış insanlar topluluğudur.”

Şu çok açık olarak anlaşılmalıdır: Dünyaya dayatılan Batı ve gerisi (‘the West and the Rest’) şeklindeki ekonomi-politik anlayış, bugün Afrika ve Ortadoğu’da yaşanan kargaşa ve vahşetin sebebidir ve mülteci krizi bu gerçeklikle ele alınmak zorundadır.

Neoliberal kapitalizm, küresel güney ile kuzey arasındaki eşitsizliği çok ciddi biçimde arttırmış, küresel güneyin toplumsal yapılarının çok kırılganlaşmasını yol açmıştır.

Suriyeliler başta olmak üzere çok farklı coğrafyalardan, ülkelerden ve etnik kökenden insanlar çaresizlik yüzünden hayatı Avrupa’da aramaktadırlar.

ABD, Almanya, Birleşik Krallık, Fransa… bu bölgelerde askeri olarak aktif olan tüm ülkeler de şu ya da bu şekilde mülteci sorununda sorumluluk taşımaktadır. Askeri aktivasyonda bulunan tüm Batı ülkeleri doğrudan sorumluluk taşımaktadır.

AB’nin mülteci krizine yanıtı tam bir hayal kırıklığıdır. AB, üye devletlerin ulusal politikaları yönünde davranmıştır. Bir ”birlik’’ perspektifi geliştirilememiştir.

Bu geri gönderme anlaşması ile AB resmi insan kaçakçılığı yapmaktadır.

AB için sınırları kapatarak mültecileri ölüm yolculuğuna ittirmek yetmedi, insanların denizlerde ölmeleri yetmedi şimdi de umudu öldürmek istiyorlar!

 

AB, bu anlaşma ile mültecileri yaşamları için mücadele etmekten vaz geçirmeye, onları felç etmeye çalışıyor!

Bugün burada insanlık, canlarından başka hiçbirşeyleri olmayan çıplak insanların yaşam umudu ile şişman, AB’nin bencilliğinin, siyasi hesaplarının çatışmasına sahne oluyor.

Bugünü asla unutmayacağız’

Bugünün tarihe bir utanç günü olarak geçmesini sağlayacağız!

 

Geri gönderme anlaşması soruna çözüm getirmekten uzaktır.

AB’nin politikacıları bu gerçeği çok iyi biliyorlar.

Son 2 haftada Türkiyeden geçişler zorlaşınca mültecilerin İtalya yolunu  kullanılmaya başladılar. Son 2 günde  İtalya sahil güvenliği 1428 mülteciyi denizde kurtardı. Geçişler Libya-İtalya hattına kaydı. İtalya’da mülteci artışı bu yıl için %50 civarinda.

Öte yandan Turkiyeden Yunanistana gecişler azaldi ama durmadi. Sıkı kontroller ve kotu hava kosullari etkili olsa da her gün 50-100 insan adalara geçmeye devam ediyor.

Geri gonderme anlasmasi ile bugün Dikili’de seyrettiğimiz bir gösteriden ibarettir; asıl amaçlanan mültecilerin Avrupa’ya dair, yani insan haklarına dair moralllerini yıkmaktır.

Yani insanligi, insana dair mücadele azmini, umudu kırmaktır.

 

Bu geri gönderme anlaşması hukuka aykırıdır.

Aralarında BM Mülteci Yüksek Komiserliği’nin de bulunduğu bütün saygın insan hakları örgütleri anlaşma hukuka aykırıdır diyerek anlaşmanın parçası olmayacaklarını açıkladılar.

 

Başta BM Mülteciler Yüksek Komiserliği olmak üzere, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Fransa Mülteci ve Vatansız Ajansı (OFPRA), Uluslararası Kurtarma Komitesi (IRC), Sınır Tanımayan Doktorlar ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muižnieks bu anlaşmanın uluslararası insani hukuka aykırı olduğunu belirttiler.

Zira, Türkiye 1951 Mülteci Sözleşmesi ile 1967 New York Ek Protokolüne getirdiği coğrafi çekince nedeniyle, Avrupa dışından iltica talebinde bulunanların mülteci olarak kabul edilebildiği bir ülke değildir. Yani bu insanları Türkiye’ye geriye yollamanın hiç bir hukuki dayanağı yoktur.

Ayrıca Türkiye’nin, Yunanistan’dan kitlesel olarak gelecek mültecileri kabul edebilecek ve onlara düzgün koşullar sağlayabilecek bir hazırlığı da yoktur.

Türkiye’nin “güvenli iltica ülkesi” olabilmesi için uluslararası mülteci hukukunun temeli olan mülteci statüsünü bu insanlara vermesi gerekiyor. Oysa Türkiye AB’ye tam üye olmadan bunu yapmayacağını defalarca açıkladı.

Burada yapılan insan hakları dışında, mültecilerin ihtiyaçları dışında her türlü çirkin politik pazarlıktır.

Yunanistan’da 50 bin mülteci çok kötü koşullar altında;adeta arafta tutulmaktadır. Sığınmacıların bekletildiği yerlerden biri olan Pire Limanı’nda yaklaşık 5 bin kadın, çocuk ve erkek, sağlıklı olmayan koşullarda bekleme alanlarında, çadırlarda ya da kamyon altlarında kalmaktadır. Hiçbir resmi yetkilinin olmadığı bölgede, kamptaki gündelik ihtiyaçları gönüllüler sağlamaktadır.

Bu anlaşma, mültecilerin toplu olarak ihraç edilmesine kapı aralayacaktır.

Mültecilerin sığınma taleplerinin bireysel olarak değerlendirilmesi yasal ölçütlerde yapılmamaktadır. Bu insanlar zorla deport edilmektedir.

En az bir buçuk saat sürmesi gereken ve insan hakları alanında uzman hukukçular tarafından yapılması gereken bireysel mülakatların usulunce yapılmadığını biliyoruz. Çünkü Yunanistan makamlarında böyle bir uzmanlık yoktur. AB’den gelen görevliler de önceden verilmiş kararları uygulamaktalar.

Açık olan Avrupa ülkelerinin kota vermedikleri ve mülteci almadıklarıdır.

 

Bu anlaşmada, AB ülkelerinin kaç mülteci alacaklarına dair bir taahhütleri yoktur.

 

Nasıl adlandırısanız adlandırın göçmenler ya da mülteciler, bu insanlar ; sınırları, Lizbon Regülasyonu’nu , Schengen’i fiili olarak yıktılar.

Bu toplumsal hareketin hemen her ülkede bizim gibi çok önemli müttefikleri ortaya çıktı: toplumsal dayanışma hareketleri.

AB’nin göç politikası her ne olursa olsun, Yunanistan’dan Almanya’ya göçmenlere yardım eden, onların sınırları aşmasını sağlayan, lojistik destek veren çok ciddi ve beklenmeyen bir hareket gelişti.

Esas itibariyle AB içerisinde korkunun bir nedeni göçmenlerin gelişiyken bir diğer nedeni de bu toplumsal dayanışmanın kendisidir.

Her ne kadar, Avrupa’daki bu mülteci düşmanı resmi ortam, ırkçı/faşist organizasyonların gelişmesine fırsat veriyor olsa da, halkların dayanışması yeni ve yegâne umut olmaktadır.

Göçmenler/mülteciler geleceğin siyasi failleri olacaklar.  Onlar siyasal talepleri olan, büyük siyasal sonuçlara yol açan insanlar olacaklar…

Biz de bütün gücümüzle mültecilerle dayanışacağız.

Onlara hoşgeldiz kardeşlerimiz diyoruz: Sizin talepleriniz bizim taleplerimiz olacaktır. Sesimiz sesiniz olacaktır!

AB’ye sesleniyoruz:

Savaşı yaratanlara ve savaşın yarattığı tahribatın sonuçlarını ‘3 milyar Euro’luk kirli pazarlıklarla örtmeye çalışanlara sesleniyoruz:

– Barışı engellemekten vazgeçiniz! Mülteci meselesinde asıl çözüm insanların memleketlerine, topraklarına, evlerine, işlerine geri dönebilmeleridir; yani savaşların, çatışmaların bitmesidir. İnsanlığın büyük bir barış hareketine ihtiyacı var; en kısa zamanda tüm bölgeyi kapsayacak bir barış hareketi örülmelidir.

– Mülteci krizinde, bölge ülkeleri kadar Avrupa ve diğer ülkeler de sorumluluk almalı; sorumluluğunu devretmeye yönelik yaklaşımlardan vazgeçmelidir.

– Türkiye gibi ülkelere mali yardımlar ve tanınacak siyasal imtiyazlarla mültecileri Avrupa’ya sokmama uğraşlarına son verilmeli, Avrupa’ya gitmek isteyenler için yasal ve güvenli yollar açılmalı, güvenli geçiş sağlanmalıdır.

– İnsan hakları ihlallerine ve insan ölümlerine yol açan güvenlikçi ve mülteci karşıtı sınır politikalarına son verilmelidir.

– Türkiye, mültecilerin ülkeye kabulü konusunda başka ülkelere örnek olabilecek açık kapı politikasına geri dönmeli; “Geri Kabul Anlaşmasını” iptal etmeli, mültecilerin zulüm görecekleri ülkelere gönderilmesine aracı olmamalıdır.

– Türkiye, 1951 Sözleşmesi’ne konulan “coğrafi sınırlamayı” kaldırılmalı, Avrupa dışından gelenlere de mülteci statü sağlamalıdır. Türkiye’de doğan çocuklara vatandaşlık hakkı verilmelidir.

– Suriyelilere ek olarak Afganistan, Irak, Eritre, Somali ve Yemen gibi savaşların parçaladığı, İran gibi insan hakları ihlallerinin sık yaşandığı ülkelerden gelen, uluslararası koruma ihtiyacı olan yaklaşık 250.000 kadar mülteci de Türkiye’de yaşıyor. Tüm mültecilerin aynı haklardan faydalanması sağlanmalıdır.

– Türkiye’deki mültecilerin ve sığınmacıların insan hakları ve insan onuruna yakışır bir hayat kurabilmeleri için başta çalışma izni ve imkânları, eğitim ve sağlık hakkı olmak üzere tüm haklarına etkin erişimini sağlanmalıdır!

Comments are closed.