20 Haziran Dünya Mülteciler Günü Açıklamamız

Tüm Dünyaya sesleniyoruz:  Mültecilerin yaşam hakkına saygılı olun!


IMG_1361Bugün 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü. Başta Avrupa olmak üzere dünyanın bir  çok kentiyle aynı anda insan hakları savunucuları olarak mültecilerle dayanışmak, devletlere ve uluslararası örgütlere mültecilerle ilgili sorumluluklarını hatırlatmak için sokaktayız.

 

Dünyada her yıl giderek daha çok insan, yaşadığı toprakları terk etmek zorunda kalıyor. Savaşlar ve savaşların getirdiği ekonomik krizler insanların ülkelerini terk etmesindeki en önemli faktörler. Birleşmiş Milletler’in rakamlarına göre 2016 yılında 60 milyona yakın insan yerinden edilmiş durumda.

 

Milyonlarca insanın hayatta kalma mücadelesi demek olan mülteci sorununa başta AB olmak üzere devletlerin yaklaşımı insanlık değerleri açısından yüz kızartıcı oldu. Özellikle başta insan hakları olmak üzere değerler sistemi ile evrensellik iddiasındaki  Avrupa’nın mülteci sorununa bir istila kompleksi ile nasıl ırkçı reaksiyon verdiğini gördük,  dış sınırlarını kapatarak Avrupa Kalesini nasıl korumaya çalıştığın tanık olduk. Bu süreçte Avrupa Birliği’nin refah ülkeleri mültecileri ülkelerine almamak için sınır güvenliklerine milyonlarca Euro harcaması binlerce insanın Ege ve Akdeniz’de hayatını kaybetmesine sebep oldu. Avrupa’da yıllardır kurumsallaştığı iddia edilen çok kültürcü hoşgörü insan haklarına, kültürel farklılıklara,  azınlıklara saygı ve demokrasi gibi mefhumların içlerinin nasıl boş olduğunu, küresel kapitalizm karşısında nasıl güçsüz kaldığını ve hakiki siyaseti nasıl boğduğunu gördük.

 

İnsan onuruna yakışır bir yaşam ihtimalini Türkiye’de göremeyen mülteciler  ‘iltica’ haklarını kullanarak Avrupa’ya geçmeye çalıştı ancak yasal yollara çelik teller, duvarlar ören  Avrupa Birliği, Türkiye’ye ile anlaşarak deniz yolunu da kapattı. Çözüm diye  geliştirdikleri AB-Türkiye Geri Kabul Anlaşması uluslararası hukuka aykırı olarak yasama geçirildi. Suriye’de savaş başladığından beri açık kapı politikası izleyerek milyonlarca insana barınak olan Türkiye maalesef mültecileri AB üyelik  görüşmelerinin siyasi kozu haline getirdi. Yapılan kirli pazarlıklar sonucu 3 milyar avro ve TC vatandaşlarına vize muafiyeti karşılığında Türkiye AB’nin yeni mülteci hapishanesi olmayı kabul etti. Şimdiye kadar istenilen sayının çok çok altında mülteci geri gönderilmiş durumdadır ve anlaşmanın yürümeyeceği görülmüştür.Türkiye-AB arasında imzalanan anlaşma ile beraber geri gönderilen mültecilerin yerleştirildiği sözde ‘yüksek standartlı’ geri gönderme merkezleri ise birer hapishaneye dönüşmüş durumdadır. Mülteciler adeta suçlu gibi bu merkezlerde zorla tutulmaktadır.  Bu merkezlerin sivil toplum kuruluşlarının gözlemine kapalı olması ve avukatların bu merkezlerdeki müvekkilleri ile görüşmekte zorlanması kabul edilebilir bir durum değildir. GGM’ler bir an önce sivil toplum kuruluşlarının denetimine açılmalıdır.
Buna karşılık, 50 000 insan Yunanistan’da kotu koşullardaki  kamplarda yaşamaya mahkum bırakılmıştır. Anlaşma, Türkiye üzerinden geçişleri şimdilik  durma noktasına getirmiş olsa da Kuzey Afrika-İtalya rotasından mülteci geçişi  hızlanmış durumdadır. AB simdi de Türkiye ile yaptığı anlaşmanın benzerlerini Afrika ülkeleri ile yapmayı planlamaktadır. Mülteciler ise yaşamlarını tehlikeye atarak son derece riskli şartlarda insan tacirlerinin elinde  İtalya’ya geçmeye çalışıyorlar. Uluslararası Göç Örgütü’nün verilerine göre sadece 1 Ocak-6 Haziran 2016 tarihleri arasında Akdeniz’de  2810 mülteci yaşamını yitirdi. Akdeniz’de yeni mülteci ölümleri yaşanmadan, sınırlar bir an önce mültecilere açılmalı ve mülteciler insan kaçakları eliyle ölüme terk edilmemelidir.

 

Yaklaşık 3 milyon insana kapılarını açan Türkiye’de ise savaşın üzerinden 5 yıl geçmesine rağmen hala mültecilere, mülteci statüsü verilmişIMG_1336 değildir. Türkiye’deki mülteciler, ‘Geçici Koruma Kapsamıyla’ belirsizlik içinde ve gelecek korkusu ile yaşıyor. 1 milyon mülteci güvencesiz ve ucuz emek gücü olarak çalışma yaşamında her bakımdan sömürülmektedir. Bu sömürü çarkına okula gidemeyen ve çalışmak zorunda kalan yüz binlerce  mülteci çocuk da dahil olmaktadır. Derme çatma çadırlarda ya da harabe olarak nitelendirilecek evlerde üstelik yüksek kira bedelleri ile barınmaya çalışan mültecilerin sağlık ve eğitim hizmetlerine erişiminde ciddi sorunlar vardır.

.

Bu zamana kadar ciddi  bir toplumsal entegrasyon politikası geliştirilememesi, içeride mülteci sorunu için şeffaf ve katılımcı bir tartışma ortamı yaratılmaması mülteciler ve yerel halk arasında kutuplaşmaya davet çıkarmaktadır.  Nasıl seçildiği bilinmeyen bölgelere mülteciler için kamp alanları kurulması yerel halkın görüş ve onayı alınmadığı için tepkilere neden olmaktadır.

 

Öte yandan mültecilerin Türkiye’de kalıcı olduğunun farkına varan Türkiye şimdiye kadar örnek gösterilebilecek olan açık kapı politikasından vazgeçmiştir. Haziran 2015’ten itibaren Türkiye’ye gelmek isteyen mülteciler sınır ötesindeki kamplara yerleştirilmektedir. Bu kamplar da kimi zaman çatışma grupları tarafından hedef alınmakta ve mülteciler yaşamlarını yitirmektedir. Türkiye, Suriye’de devam eden savaşı ve ağır ekonomik krizi göze alarak bir an önce açık kapı politikasına geri dönmeli ve Türkiye’de kalmak isteyen her mülteciye uluslararası hukuk çerçevesinde mülteci statüsü verilmelidir.

 

IMG_1352Buradan sesleniyoruz

Asil sorun göç değil savaşlardır. Göçü bir trajediye dönüştüren savaşlardır. Savaşları durdurmadan göçü sosyal ve siyasal olarak kontrol etmek imkansızdır.

.

Bugün yapılmaya çalışılan göçmen-mülteci ayrımı sahte ve geçersizdir; amaç göçü kısıtlamaktır. Küresel-kapitalist ekonominin çıkarlarını dayatan, bunun için  bölgesel savaşlar yaratmaktan kaçınmayan,  Ortadoğu ve Afrika’da hatta Asya’da askeri aktivasyon gösteren  her ülke her bir göçmenden, her bir mülteciden; bu büyük  trajediden sorumludur.

Suriye halkının daha iyi bir yasam için başlattığı isyan emperyalist devletler tarafından çalınmış bölgedeki enerji ve karbon kaynaklarını kontrol etme savaşına dönüştürülmüştür.

 

Bugün yaşadığımız bir mülteci krizi değildir, Bu, en zenginlerin en yoksullara karşı yürüttüğü ortak bir savaştır. Çıplak bedenlerinden başka hiçbir şeyleri olmayan milyonlarca insan kendi ulus devletlerinin yurttaşlık haklarından mahrum olduğu gibi , uluslararası karar alici örgüler tarafından da insan haklarından mahrum bırakılmış durumdadır. Tüm uluslar ailesinden dışlanmış, haklara sahip olma hakki esirgenmiş bu insan topluluğuna karşı basta AB olmak üzere  emperyalist devletler ortak bir savaş yürütüyor. Onları denizlere ya da  savaş, çatışma alanlarına yani ölüme sürüyorlar.

 

O halde bize düşen bu savaşta mültecileri yalnız bırakmamaktır.

Bize düşen bir buyuk dünya barışı talep etmektir.

Her türlü ırkçı ve ayrımcı mülteci söylemlerine karşı çıkmaktır.

Bize  düşen savaştan ve zulümden kaçan bu  insanlarla dayanışmak; onlara koşulsuz olarak ‘Hoşgeldiniz’ demektir.

 

Halkların Köprüsü Derneği, Mülteci Dayanışması, Konak Kent Konseyi ve Konak Mülteci Meclisi, İnsan Hakları Derneği İzmir Şubesi, Çağdaş Hukukçular Derneği İzmir Şubesi, Özgürlükçü Hukukçular Derneği İzmir Şubesi, İzmir Müzisyenler Derneği, Türk Psikologlar Derneği İzmir Şubesi, Toplumcu Psikologlar, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği İzmir Şubesi, Barış İçin Kadın Girişimi İzmir, Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De Platformu, Siyah Pembe Üçgen Derneği

Comments are closed.